Kaygı Bozuklukları
Kişiler mizaç olarak daha kaygılıdırlar. Genetik yatkınlık, ebeveyn tutumu, yetiştirilme tarzı, yaşanan olumsuz deneyimler ile kaygı düzeyi zaman içinde daha da artabilir ve bir psikolojik bozukluk olarak değerlendirilebilecek düzeye gelebilir. Bu durumda kaygı bozukluğunun alt tipinden bağımsız olarak amaç, kişinin hayatındaki kaygı yaratan faktörü ortadan kaldırmak değil, aksine bu kaygı kaynağına olan toleransın arttırılmasıdır. Kaygı bozuklukları şu şekilde adlandırılmaktadır.
Spesifik (Özgül) Fobi
Spesifik fobi, belirli bir nesne veya duruma karşı duyulan aşırı korkunun akademik ve/veya sosyal hayatı olumsuz yönde etkiler hale gelmesidir. Korku yaratan obje, durum veya aktivite ile karşı karşıya kalındığında panik belirtileri görülür: Çarpıntı, yüz kızarması, titreme, terleme, bulanık görme, nefes darlığı, ağız kuruluğu, yutkunma zorluğu, mide bulantısı, ani tansiyon düşüşü, bayılma, ölecekmiş hissi gibi. Kişi bu belirtileri yaşamayı engellemek amacıyla kaçınma davranışı göstererek kaygısını azaltmayı hedefler. Ancak tam tersi durumdan kaçındıkta algılanan tehdit daha da güçlü hale gelir. Bu nedenle, tedavideki temel hedef kaçınma davranışını ortadan kaldırmak ve fobik nesneye sistematik olarak maruz bırakmakdır.
Sosyal Fobi
Sosyal ortamlarda bulunmanın yarattığı kaygı durumudur. Çocuk/genç, çevredekilerin sürekli kendini değerlendireceği, olumsuz geribildirim vereceği düşünceleri ile sosyal ortamlarda kaygı yaşar. Bu kaygı nedeniyle, okula adaptasyonda zorlanabilir, topluluk önünde söz almaktan çekinebilir, arkadaş ilişkilerinde sıkıntı yaşayabilir. Tedavi sürecinde yaşadığı sosyal durumların terapide canlandırılması, çocuğa/gence roller verilerek sosyal problem çözme becerilerinin kazandırılması öncelikli hedeflerdendir.
Ayrılma Anksiyetesi ve Okul Reddi
Çocuğun kendisine bakım veren kişiden (çoğunlukla anne) ayrılmaya karşı gösterdiği şiddetli tepkiye, kaygıya verilen addır. Çocuk sıklıkla anneye bir şey olacağını, hiç dönmeyeceğini düşünerek kaygı yaşar. Kaybolma, ölme, kaçırılma korkuları yoğundur. Bu kaygılar nedeniyle okula gitmek istememe sık görülür. Birçok vakada, somatik belirtiler (mide bulantısı, karın ağrısı, vs.), kabuslar, yalnız yatmama, anne ile ilişkide bağımlı ”yapışkan”, “mızmız” tavır görülür. Tedavide anne-çocuk ilişkisinin yeniden yapılandırılması ve güvenli bir bağlanmanın inşa edilmesi hedeflenir.
Okul reddi, aşırı boyutlarda okuldan korkmaktır. Ciddi bir kaygı ve karın ağrısı, mide bulantısı gibi somatik belirtiler gösterirler. Birçok okul reddi vakası, anneden ve evden ayrılmaktan korkma sebebiyle olur. Ayrılma kaygısı tanısı almış çocukların hepsinde okul reddi görülmemekle birlikte, okul reddi olan çocukların hepsinde ayrılma anksiyetesi görülmemektedir. Tedavide, çocuğun bütüncül bir yaklaşım önemlidir. Aile ve okul ile işbirliğine girilerek yaşanan kaygısının üstesinden gelmek için bilişsel ve davranışsal tekniklerden yararlanılır.
Yaygın Anksiyete Bozukluğu
Yaygın kaygı bozukluğu olan çocukların birden fazla konu hakkında yaşından beklenenin çok üstünde endişeleri vardır. Bu endişeler belirgin ipuçları (sınav, köpek, örümcek, sosyal alan, vs.) ile tetiklenmez. Rahatsızlık, konsantrasyon sorunu, gerginlik, uyku sorunu, yaşından beklenmeyen ciddiyet, mükemmeliyetçilik bu çocukların birçoğunda var olan en özelliklerdendir. Kaygıya sıklıkla somatik (bedensel) belirtiler eşlik eder, karın ağrısı, mide bulantısı, kas ağrıları, gibi. Bazıları okula gitmekten kaçınırlar. Birçoğu motor gerginlik (tırnak yeme, parmak çıtlama, saç koparma) yaşar. En sık görülen fiziksel yakınmalar: avuç içlerinde belirgin terleme, ateş basması, ağız kuruluğu ya da tükürük salgısında artma, yutma güçlüğü, boğazda düğümlenme hissi, soluk alma güçlüğü, çarpıntı, bulantı, çeşitli abdominal rahatsızlıklar, sık idrara çıkma, kulak çınlaması, görmede bulanıklık, baş dönmesi, uyuşmalar.
Toplumda görülme olasılığı %2-4’tür. Ergenliğe kadar iki cinsiyette eşit görülürken, büyüdükçe kızlar daha fazla yaygın anksiyete bozukluğu teşhisi almaktadır. En sık birlikte görüldüğü ruhsal rahatsızlık depresyondur. Çünkü her alanda hemen her şey ile ilgili yaşanan kaygının yarattığı mutsuzluk ve umutsuzluk depresyonu tetiklemektedir.
Tedavi sürecinde bireysel farklılıkların göz önüne alınarak oluşturulduğu bütüncül bir terapi yaklaşımı ile üstesinden gelmek ve çocukların yaşam kalitesinin artmasına zemin hazırlamak mümkündür.
Panik Atak ve Panik Bozukluk
Panik Atak ve Panik Bozukluk çoğu zaman birbirinin yerine kullanılmaktadır. Ancak panik atak, 10-30 dakika arası süren, her anksiyete bozukluğunun içerisinde kaygıyı tetikleyen nesne, olay, durum ya da kişinin varlığı ile ortaya çıkan çeşitli fiziksel belirtilerin olduğu bir “an” olarak tanımlanır. Panik atak geçiren çocuk ölecekmiş gibi hissedebilir. Elleri ayakları titrer, kalbi çarpar, terler, midesi bulanır, başı döner, bayılacakmış gibi hissebilir.
Panik Bozukluk ise bir çeşit anksiyete bozukluğudur. Çocuk/genç sürekli beklenmedik panik ataklarının olmasıyla ilgili kaygı yaşar. Ataklara bağlı olarak günlük yaşamında ve davranışlarında hissedilir değişimler oluşabilir. Dışarı çıkmayı reddedebilir, okula gitmek istemeyebilir.
Tedavi sürecinde bedene yönelik rahatlama egzersizlerinin de dahil edildiği bilişsel davranışçı terapi, EMDR, oyun ve sanat terapilerinden yararlanmaktadırlar.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu
Çocuğu veya genci korkutan, çaresizlik duygusuna neden olan bir olayın yarattığı etkiye ruhsal travma diyoruz. Birçok insan üzücü, korkutucu veya endişe verici olay yaşar ancak hepsi travma yaratmaz. Travmanın şiddeti yaşamsal tehdit olup olmamasına, kişiyi veya yakınlarını fiziksel olarak etkileyip etkilememesine, ani veya beklendik olup olmaması gibi fakötürlere bağlı olarak belirlenir.
Travma sonrası gösterilen belirtiler uykusuzluk, kabuslar, olayla ilgili görüntelerin sıklıkla göz önüne gelmesi, tetiktelik hali, çabuk sinirlenme, geleceğe ve şimdiye odaklanamama, olayı hatırlatan nesne veya kişilerden huzursuz olmadır. Bu belirtiler travma sonrası hemen hemen hepimizde görünür ama bir süre sonra ortadan kalkar. Ancak bazılarında haftalarca, aylarca hatta yıllarca sürebilir. Veya ilk günlerde hiçbir belirti gözlenmezken birkaç ay sonra belirtiler ortaya çıkabilir.
Travma sonrası stres bozukluğunda en çok kullandığımız yöntem EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme)’dir. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin onayladığı bu terapi tekniği ile ilgili ayrıntılı bilgiye www.emdr-tr.org adresinden ulaşabilirsiniz.
Obsesif-Kompulsif Bozukluk
Obsesyonlar, istenmeyen, tekrarlayıcı, zorlayıcı düşüncelerdir. Kompulsionlar ise bu düşüncelerden kurtulmak, sıkıntıyı azaltmak veya durumdan kurtulmaya yönelik, kişinin kendini yapmaktan alıkoyamadığı yineleyici davranışlar veya zihinsel işlemlerdir. Yetişkinlerin OKB anısı alabilmesi için kişinin obsesyonlarının ve kompulsiyonlarının anlamsız olduğunu idrak etmesi bir kriter iken, çocuklarda böyle bir durum söz konusu değildir. Ancak, belli bir yaşa erişmiş çocuklar ve ergenlerde bu kriter göz önüne alınır.
Obsesyonların başlangıcından ortalama olarak 6 ay sonra kompulsiyonlar başladığından ailelerin durumu fark etmeleri biraz gecikebilir. En tipik belirti çocuğun kirlenip hasta olacak endişesi ile sık sık ellerini yıkamaya başlamasıdır. Buna zaman zaman akademik kaygılar eşlik edebilir. En yaygın korkular kendisinin veya ebeveynlerininin yaşamını yitirmesi, kendinsin veya ebeveynlerinin kötü bir hastalığa yakalanması, kaçırılma, kaybolma, kaza geçirmedir. Yaptıkları tekraralayıcı davranışlar (el yıkama, düzeltme, tekrar tekrar kontrol etme, dokunma, vs.) ile bu olumsuz olayları engelleyebileceklerine inanırlar. Bazıları bu davranışları belli sayıda yaparlar.
En etkin terapi yöntemi bir bilişsel davranışçı terapi tekniği olan “maruz bırakma ve tepkiyi engelleme”dir. Buna ek olarak, yoğun atak durumlarında terapi almak çok zorlaştıysa psikiyatrist yönlendirmesi yapılarak takip edilmesi ve düşünceler azaldığında tedaviye devam edilmesi gerekir. Bu tedavi yöntemlerine ek olarak EMDR, oyun terapisi ve sanat terapisi tekniklerinin de dahil edildiği bütüncül ve düzenli görüşmeler ile takıntılı düşünce ve davranışlar kontrol altına alınabilmektedir.
Seçici Konuşmama
Çocuğun ev, aile veya akrabalarının yanı gibi kendini rahat ve güvende hissettiği ortamlarda konuşup okul, arkadaş çevresi, oyun ortamı gibi konuşmasının beklendiği sosyal ortamlarda konuşmaması durumudur. Bu çocuklar “konuşmamayı seçtikleri” ortamlarda genellikle göz kontağı kurmaz, kendisine bir iletişim yöneltildiğinde hiç duymamışçasına tamamen hareketsiz kalabilirler. Seçici konuşmama toplumda %1’den az yani oldukça ender rastlanan bir durumdur. Genellikle 3-8 yaşları arasında tanı konur. Problem birkaç ay sürebileceği gibi bir kaç yıl da sürebilir.
Tedavi sürecinde bireysel farklılıklar göz önüne alınarak dışavurumcu sanat veya oyun terapisi veya EMDR ile yol alınabilmektedir. Çocukların yaşadığı birçok psikolojik bozuklukta olduğu gibi Seçici Konuşmama’da da ailenin işbirliği çok önemlidir. Yoğun kaygı nedeniyle ilk seanslarda terapiye direnç fazla olabilir, çocuk gelmek istemeyebilir. Ancak ailenin ikna edici olması sorunun üstesinden gelinmesine yardımcı olacaktır.